Marguerite Duras Sevgili

“Yaşamı yaşamak zorunda olmanın temel utancı içinde” Yazılmış Bir Roman: Sevgili

Sevgili, orijinal ismiyle L’Amant, Fransız edebiyatının ekol isimlerinden Marguerite Duras’ın ölmeden dört yıl önce yazdığı otobiyografik roman. Duras’ın erken çocukluğuyla başlayıp, ilk gençliğine uzananan Sevgili’de yazarın ısrarla üzerinde durduğu üzere çocukluğu, bir sömürge ülkesinde, Fransız Hindiçin’inde “beyaz” bir yaşam. Fakat en az yerliler kadar yoksul.

Roman başlarda annesinin çocuklarına iyi bir gelecek kurma arzusu ve çabası etrafında şekilleniyor. Sonraları görüyoruz ki yazarın yaşadığı her şey, annesinin hayatına bir biçimde etkisinin bir yansıması. Duras’ın annesi örneğinde, ebeveynlerin hayata bakışının, çocukların hayatını nasıl şekillendirdiğini izliyoruz. Öte yandan yazarın, bütün kötülüklerin temelinde gördüğü bir ağabey figürü var. Ağabey ile anne arasındaki hastalıklı ilişki, belki de yazarın annesine karşı tutumunun da belirleyicisi.

Bir zaman gelip de annenin çocuklarına olan ilgisini ve müdahalesini kesişinde, bu hayatla bağını koparmaya başladığını sezinliyor Duras. Annenin kızı hakkındaki kaygıları ise kızının evlenememesi ve toplumda bir yer edinememesi gibi hemen her toplumda tezahür edebilen örnekler. Yazar annesiyle olan ilişkisi üzerinden, iki kişi arasındaki bağın bir defa koptu mu, bir daha bir araya gelemeyeceğini, o iki kişinin o noktada birbirlerini sonsuza dek kaybettiklerini hatırlatıyor okuyucuya: “Birbirimizi yeniden bulmanın vakti geçmişti artık…” (s.30)

*

Romanın ikincil odağı ise kadınlık temelinde zuhur eden varoluşsal düşünceler: İnsanın düşüncede marjinal olması onun dış görünüşüne, giyim kuşamına da yansır mı? Duras, nakışlarla süslü gece ayakkabılarıyla okula gittiğini, kendisine ancak böyle tahammül ettiğini söylüyor. Romandaki Duras bana bir başka “marjinal” kadını, Kahlo’yu anımsatıyor, Kahlo’nun bir edebiyatçıda vücut bulduğunu görüyorum. Öte taraftan metin akarken, Virginia Woolf’un şemsiyesi altında olduğumu da duyumsuyorum; Woolf’un Ms. Dalloway’de “kadınların kadınlardan hoşlanabildiğini” öne sürerken ilettiği argümanlar Sevgili’de de karşıma çıkıyor ve roman tam da bu noktadan itibaren feminist bir metin. Kadınların güzelliğinin üst-baş, kozmetik yahut başkalarının beğenisi ölçüsünde mümkün olmadığını, bütün bunlardan önce bunun bir “ruh sorunu” olduğunu salık veriyor yazar; bütün o dolaplar dolusu elbiseyle ve pahalı kremlerle dahi aldatılan ve yüzüstü bırakılan kadınlardan dem vurarak.

Metnin kırılma noktası yoksulluktan, onu boğan aile evinden kurtulmaya bir çare olarak kendisini bir erkeğe, “sevgili”ye teslim edişi. Bir özgürlüğü elde edişi ancak başka bir teslimiyet ile mümkün olabiliyor. Yazarın kafası bu sevgiliyi sevip sevmediği konusunda her kadın kadar karışık, kendine devamlı bunu soruyor.

*

Sevgili, görüntülerin ahenkle kurgulanıp bütünlendiği bi yapıt. Öyle ki, başka bir metinde yadırgayabileceğimiz, bizi anlamdan ve akıştan koparacak geçişler, Duras’ın görüntüler -anılar- arası bağlantılarında metne esas çarpıcılığını veren biçim oluyor. Zaman ve mekân atlamaları çok sık görülüyor, Duras’ın üslubunun gerektirdiği üzere. Saygon’den Paris’e, Paris’ten Saygon’a devamlı geçiş halindeyiz. Yazarın karakter ve mekân tasvirleri maddesel olmaktan ziyade, ruhsal tasvirler şeklinde.

Yazarın yazmak ile ilgili düşünceleri de yer alıyor romanda. Otosansürünü itiraf ederken; “Ailemin insanları hakkında çok yazdım ama bunu yaparken ailem ve kardeşlerim hâlâ yaşıyorlardı, onların çevresi hakkında, çevrelerindeki şeyler hakkında ama bu şeylere gitmeden yazdım.” diyor.

Türkçe edebiyatta Tezer Özlü, Sevgi Soysal, Leyla Erbil gibi isimlere yakın duranlar, çeviri edebiyatta başucu yazarı Virginia Woolf, Cesare Pavese gibi edebiyatçılar olanlar Duras’ın Sevgili’sini okumaktan keyif alacaktır.