Bir hassasiyetin romanı: Huzur
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’u bir hassasiyetin romanı; kahramanımız Mümtaz’ın şahsında, yaşadığı dünyaya karşı hassasiyet duyan, onun gibi düşünceler devridaiminde olan insanların romanı. İmparatorluğun yıkıntılarında yeni bir yaşam kurmaya çalışan insanların kendilerine ve dünyaya dair hezeyanlarının hikâyesi; yıkılmak üzere olan, eskinin alımlı ahşap evleri ve yenice dikilen binalar, ve buna benzer sayısız iç içe geçmişlik arasında bocalayan bir toplumun. Günümüz insanının tereddütleri 40’lı yıllarda yaşayan karakterlerimiz için de baki: Ânı yaşamakla gelecek endişesine kapılmanın bocalaması, Türkiye’de tüm kuşakların sorunu olarak şarkı ve garbı bir noktada buluşturamamak; her ikisine de ayrı ayrı veya aynı anda ait olamamak. İki türlü düşünmek, iki müziği de sevmek.
*
Roman kahramanı Mümtaz’ın diğer karakterlerle yaptığı sohbetlerde yazarın zekâsı ve kültürel birikimi bir fener gibi parlıyor. Karakterler okumanın bir kimlik meselesi olup olmadığını tartışıyorlar: Okumak eylemi kendimize yeni bir hayat kurma çabası mıdır? Geçmiş sevgimizin, düşkünlüğümüzün sebebi nedir?
Sıklıkla bir şark, Osmanlı- Türk medeniyeti eleştirisi yapılırken bir yandan Doğu’nun kültürel varlığı anımsatılıyor: Nef’i, Yunus, Baki. Roman, Wagner’den Talat Bey’e, yazarın engin müzik bilgisinin de bir katalogu.
*
Huzur, aynı zamanda bir şehir güzellemesi, hatta seyahatnâmesi… Mümtaz ehil bir seyyah, yaşadığı şehrin ruhunu soluyarak, hissederek gezen, bugünlerde benzerine rastlanmayan, “Istanbul’u tanımadıkça, kendimizi bulamayız.” diyecek kadar şehrine sevdalı bir seyyah. Onun Beyazıt’tan Bedesten’e yarımada; Üsküdar, Çengelköy, Kandilli gezileri boyunca başka bir Istanbul’un, başka bir Istanbul halkının; şehrin esas sakinlerinin bir zamanlar yaşamış bulunduğunu öğreniyoruz.
Roman, günümüzün hikaye anlatıcıları için ise olağan durumları, hisleri arabeskin tuzağına düşmeden anlatma rehberi. Bilhassa iyi yazmak gayretinde olanlar Tanpınar’ın edebi dünyasının varlığına sarılarak yürümeye devam etmeli.